21 Haziran 2016 Salı

İLK SANSÜRLER VE SİNEMANIN ŞEKİLLENMESİ



       Sinemanın ilk yıllarında, belgesel filmler yoğunluktaydı. Bu filmler kiliseler ve konferans salonları gibi saygın yerlerde gösteriliyordu. Sonraları öykülü filmlerin yoğunlaşmasıyla beraber, ilk film gösterim yerleri olan nickelodeonlar ortaya çıktı. Nickelodeonların sayıları gitgide fazlalaştı.

        Denetimsiz şekilde, kapalı yerlerde kurulan nickeolodanlar, sağlıksızdı ve bir sürü tehlikeye davetiye çıkarıyordu. Salgın hastalık, yangın tehlikesi gibi durumlar söz konusuydu. Bu durum devlet görevlilerinin ve özel reform gruplarının dikkatini çekmeye başladı. Nickelodeonlar, kültürel statüko için bir tehdit oluşturuyordu ve denetim altına alınmalıydı. 

      Sağlıksız yerlerde gösterilen filmler, ucuz bir eğlence aracı haline gelmişti ve genellikle işçi sınıfını kendisine çekiyordu. Devlet görevlilerine göre zinayı, intiharı, cinayetleri konu alan filmler kadın, çoluk çocuktan oluşan bu kitle için tehlike oluşturuyordu. Devlet görevlileri, filmlerin sansürden geçirilmesi ve mekanların denetlenmesi konusunda tepki gösteriyorlardı.

      Bu tepkiler sonucunda sinema endüstrisi kendi kendine sansür uygulama yoluna giderek, kültürel statükoyu kurtarmak için, edebi ve tarihsel filmlere yönelme yoluna gitti. Mekanların da daha sağlıklı olması adına çaba sarfederek, devlet görevlileri ve özel reform gruplarıyla uzlaşmaya çalıştı.

     Devlet görevlileri de, tüm bu tehlikelere engel olabilmek adına, kendi stratejilerini geliştirdi. 1907 yılında Chicago'da kendi yetki alanları içerisinde gösterilen filmleri denetleyen bir sansür kurulu oluşturuldu. 

    1913 tarihli New York City yönetmeliği ise, gösterim yerlerini tarif ediyordu. Olması gereken koltuk sayısı, koridor genişliği, hava akışı gibi konuları ayrıntılı bir şekilde inceliyordu. Bu yasa, gösterim yerlerini daha saygın hale getirmek içindi. Tüm bu gelişmelerin nihayetinde, dünyanın ilk sinema sarayları kurulmaya başlandı. Büyük orkestraları, üniformalı yer göstericileri ve iki bin kişilik kapasiteleriyle, nickelodeonlarla tam bir  tezat içindeydi. Gösterişli, sağlıklı ve tehlikesizdi. 

     Tüm bu olumlu gelişmeler, sinemanın daha iyi bir müşteri sınıfını kendisine çekmesine yaradı. Bilet fiyatları değişmemesine rağmen, sinema izleyicisinin yüzü değişti ve ilk sansürler sektörü zorlasa da bu tarz olumlu sonuçlar da doğurdu.

     Aynı durumlar, dünyanın başka yerlerinde de devam etti. Berlin Polis komisyonu, Chicago'lu meslektaşlarından bir yıl kadar önce, resmi bir sansür kurulu oluşturdu.

     Berlin'de eğitim grupları ve din adamları, sinemanın gençler üzerindeki zararlı etkilerinden dolayı eğlence filmleri yapılmasını eleştirdi ve bilimsel filmler yapılmasını istedi. 1907 yılında reformcular, sinemanın gençler ve çocukların eğitimi açısından belli bir potansiyele sahip olduğunu savundular. Sektör basınının da desteğini alarak, Alman sinema endüstrisini kültürel filmler yapmaya ikna ettiler.

      Türk sinemasında ise, ilk sansür olayı daha geç bir tarihte oldu. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın aynı adlı romanından uyarlanan 'Mürebbiye' adlı bir filmdi söz konusu olan. Yıl 1919'du. 'Mürebbiye' , adlı film, 'Anjelik' adlı bir fransız kızının, bir Osmanlı konağına sığınarak, konaktaki bütün erkekleri baştan çıkarmasını anlatıyordu. Ülke işgal altındaydı. Filmi, Fransız generali, Franchet d'Esperey izledi. Bir fransız kızının bozuk karakterli olarak gösterilmesini kabullenemedi ve filmi gösterimden kaldırtarak, Anadolu'ya dağılmasını da engelledi. Böylece Türk sinemasında, ilk sansür gerçekleşmiş oldu.

      7 Şubat 1923'de, İzmir İktisad kongresinde, uygunsuz filmlerin denetlenmesi konusu açıldı. Fakat resmi bir sansür kurulu ancak1932 yılında kuruldu.